25 Ağustos 2010 Çarşamba

İmamlar ve Sultanlar

Ali ve Ehli Beyt taraftarları arasında önceleri asla raslanmayan garip sapık ve sapkın görüşler, daha ziyade imamların şii gruplar üzerindeki etkisinin azalmasından sonra ortaya çıkmaya başladığını dikkati çekmektedir. Bu da Şiilerin büyük kayboluş dediği süreçe rastlamaktadır. Bu sürecin mimarları imamların yerlerini alan menfaat şebekeleri Şii raviler ve mezhep alimlerinden bazıları olduğu tarihi hakikatlerdir. Bu kişiler ileri sürdükleri görüşlerin yayılmasını sağlamak ve faaliyetlerini o günkü yönetimin gözünden saklamanın yol ve yöntemini takiyyeye sarılmakta buldular. Gizliliğe muhtac olan bu yeni görüşlerin himayesi içinde takıyye fikri en güzel metotdu. Çıkar cevreleri şiiler’in işte başka, dışta başka görünmeleri isteniyordu. İslam toplumunca yadırganan bu görüşler hakkında şüpheye mahal bırakmamak ve bu duruma dini bir kisve kazandırmak gayesiyle Şii raviler bu görüşlerin Şia imamlarına ve bilhassa İmamı Bakır ve İmamı Sadık’aid olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu rivayetlerin aynen kabul edilmesi ve münakaşaya mahal bırakmamsı için de Şia imamlarına masumiyet esası getirilmiş bu garip rivayetlerin araştırılmasının önüne geçilmiş sorgulanması caiz olmayan bir vasıf hale sokulmuştur. Böylece İmamla temas kurma, kendisine ve dedeleri olan pak imamlara nisbet edilen sözlerin hakikatiyle alakalı soruların doğru olup olmadığını öğrenme kapıları kapatılması sağlanmış ve meydan hem Şiiliğe hem de İslam’a pusu kuranlara bırakılmıştır. Bunlar da istedikleri şekilde çalıp oynamışlar, akıllarına gelen iftirayı kalemleriyle kâğıda dökmüşlerdir. Bu görüşler incelendiğinde tamamen İmam Ali’nin ve Ehl-i Beyt’in ahlak ve gidişatına ters düşmektedir.



Büyük imam, İmamı Cafer kendini şia diye tanımlayan Ebu'l Carud, Ahmed b.Keyyal' yanında uzaklaştırmış onların imamet anlıyışı ile kendi anlıyışının örtüşmediğini ortaya koymuş bunun dışında sık sık Şiacılardan rahatsız olduklarını dile getirmiş kendi adının kullanılmasından son derece rahatsız olduğunu söylemiştir. Bunun dışında İmam Rıza, ve İmam Zeyt’ de bunları dışlamış onlardan uzak durmuş ve kendilerini onlardan beri görmüşlerdir. Ne yazık ki, Ehlibeytin dışında gelişen ve imamları kullanmaktan vazgecmeyen şia grupları şia temel felsefesinin kurucuları olmuştur. Şia’daki İmamet anlayışı tarihsel süreçine baktığımızda bugünkü anlayışından çok farklıdır.. Bu süreci dikkatli incelediğimizde bu gelişmenin evrim anlayışını çağrıştırıcı bicimde değişikliklere uğrayarak günümüzdeki halini aldığını görürüz.. Mesela daha önce Hicri birinci asırda şia mimarlarınca oluşturulan, ismet ve nass temeline dayanan ilahi imamet doktrini ile bugünkü inanış aynı değildir. Bu doktrin ancak Hicri ikinci asrın ilk yarısında Küfe’de yeraltında baş göstermiş kıpırdanmalarla başlamıştır. Bu sırada söz konusu görüşü ortaya atan kelamcılar bile bunu, takiyye ve gizlilik maskesi ile örtmeye çalışmış, tarihsel dönem içerisinde siyasal çalkantılara paralel olarak konu edinmiştir. Örneğin bu nazariyenin ilk kurucularından sayılan ve Mü’minut-Tak lakabıyla bilinen kelamcı Ebu Cafer el-Ahval, bu inanışın bir sır olduğunu Zeyd bin Ali dâhil, kimse tarafından bilinmediğini itiraf etmiştir. (Hilli, Allame, Nehcu’l hakk, s. 172) Bu inanışı günümüz haliyle teorize edenler Şii ulemanın Erkan-ı Erbaa adını verdiği kimseler Fadl bin Şazan bin Halil el-Ezdi en-Nişaburi, Ravendi, Allame Hilli, Subeyt bin Muhammet, Ebu sehl İsmail bin Ali, Ebu Cafer Abdurrahman bin Kubbe ve Şerif Murteza gibi şahsiyetlerdir. Açak yine bu grubun içinde yer alan diğer şia mimarlarından Kuleyni, Tusi, Mufid, Saduk’un inanç felesefesi ile alakalı öngörüleri bugünkü anlayıştan daha farklıydı. Yani bu süreci başlatan mimarları ile geliştiren şia mimarları arasında görüş farklılıkları mevcuttur. Önceki teorisyenlerin koyduğu kurallar belli bir sürec zarfında evrim süreci gibi geliştirilerek bugünkü hali almıştır.


Sürecin farklı yerinde alan Sünni cephede tarih boyunca ehlibeyte imamlarına Şiilerin sahip çıktığı kadar Sünniler de sahip cıkmıştır. Söz konusu kişiler Tasavvuf alanının en büyük önderlerindendir. Sünniler hiçbir zaman bu imamları takiyyeci, korkak, pısırık, içi başka dışı başka bir yapıda, bir konu ile alakalı her sorana ayrı cevap verecek türde tutarsız olarak tanımamışlardır. Bu güzide insanların şii inancındaki yerine ibret için baktığınızda görüyorsunuz ki bazen bütün kötü karekterlerin odağı bazen tapılacak noktaya konulan kutsal varlıklar!


Tarihi kaynaklara baktığımızda, Şehristani, bir çok sapık Şii fırkalarını saydıktan sonra, Caf'er b. M. es-Sadık'ın bütün bunları kovduğunu, lanetlediğini belirtmekte, aslında bu gurupların tamamen sapık ve imamlarından habersiz olduklarını kaydetmektedir. (Şehristani el-Milel ve'n-Nihal, 1,155)


Objektif bir bakış acısıyla bakıldığında; sürecin tarihi gelişiminde, kavmiyetciliğin siyasal, ekonomik cıkarlarla desteklenerek hâkimiyetini sağlamak adına bütün dini değerlerin nasıl kullanılıp amacından saptırıldığını bu değerlerin nasıl eğilip büküldüğünü, bunun topluma nasıl yansıtıldığını bütün bu karmaşıklığa rağmen cıplak gözle görmemenin mümkün olmadığını anlıyorsunuz!


Sonuç olarak;


İşte bu sonderece karışık ve karmaşık bir sürecte oluşan ve oluşturulan bu inancın lideri olarak gösterilmek istenilen ehlibeyt imamlarının hayatları çok yakından ve derinlemesine araştırıldığında yaşadıkları dönemlerde kendilerine sempati duyan ancak inanç yönünden aşırı buldukları bu grupların ne yanında ne de önünde olmadıklarını görüyoruz. Çünkü bu imamlar Hz Hüseyin ve Hz Zeyn örneğini yaşamış ve yakından bilmektedirler. İmamlar bu grupların yaptıkları bütün faaliyetler ve şianın geliştirilmesi yönündeki tüm sapık söylemlerinden beri olduklarını sık sık söymek zorunda kalmışlardır.


Bu konu ile ilgili Yapılan bir araştırma da;


“ (203–260/819–874) yıllarını göz önüne alındığında imamların herhangi bir siyasî oluşumun içinde yer almadıkları gibi kimseyi de siyasî bir ayaklanmaya teşvik etmedikleri görülebilir. Ayrıca İsnâ Aşeriyye İmamların hayatları boyunca idaresinde bulundukları siyasal yönetime karşı pasif bir siyaset takip ettikleri, İmâmiyyenin iddia ettiği imam olduğu öne sürülen şahısların o camianın tümü tarafından kabul edilmediği ve tanınmadığı da söylenebilir. Zaten Ehli Beyt adına Yürütülen hareketlerin neseben belli bir silsileye (İmâmiyye imamları silsilesine) hasr edilmeyip yöresel olarak öne çıkan Ehli Beyt mensupları adın gerçekleştirildiği görülür. Ele aldığımız son dönemde gerçekleştirilen isyan hareketleri genel olarak değerlendirilecek olursa Abbâsî yönetimine her halife atanmasında Ehli Beyt’ten birileri çıkarak insanları bîata davet etmiş, küçük veya büyük çapta isyan çıkarmışlardır. Son dört imam döneminde gerçekleştirilen isyan hareketleri genel olarak küçük çaplı olup Abbâsî devletini sarsacak nitelikte olmamıştır. Ehli Beyt menşeli olduğu kabul edilebilecek isyan hareketleri genel olarak halk tarafından benimsenmediği gibi halka da mal olmamıştır. Birkaç idealist denebilecek önderlerin rehberliğinde gerçekleştirilen hareketler liderin öldürülmesi, hapsedilmesi ya da kaçması ile genelde son bulmuştur. Aslında bu hareketlerin başlangıç noktası Ehli Beyt’i hak ettiği konuma getirme çabası gibi görünse de organize bir güç olmadıklarından ve taraftarlarının çoğu tecrübesiz olduklarından Abbâsî yönetiminin donanımlı orduları karşısında varlık gösterememişlerdir. Abbâsîler her defasında bu isyanları şiddetle bastırmış isyanın elebaşlarını hapsetmiş ya da öldürmüştür.


Ehli Beyt adına gerçekleştirilen isyanların genel karakteri, Özellikle ele aldığımız son dönemde gerçekleştirilen isyan hareketleri ile İmâmiyye imamlarının her hangi bir bağlantıların olduğu tespit edilememiştir. Özellikle yönetim tarafından sıkı bir şekilde kontrol edilen imamlar kendi adlarına da herhangi bir isyan hareketine girişmemişlerdir. Abbâsîler döneminde ekonomik, siyasî, dini ve toplumsal nedenlerle ayaklanmak isteyen bazı kesimler, isyanlarının temelinde farklı nedenler olsa da Ehli Beyt karizmasını kullanmışlar, istismar etmişlerdir. İsyanlarının haklı gerekçesi olarak Ehli Beyt’e yapılan baskı ve zulmü sunmuşlardır. Ehli Beyt’in nazara verilerek gerçekleştirildiği isyan hareketleri Âli Muhammed’den razı olunan birisine diye takdim edilmiştir. Daha çok isyan hareketinin önderleri Ehli Beyt neslinden olduklarından isyanlarına hem haklı bir gerekçe bulmuş hem de taraftarlarını arttırma imkânı bulabilmişlerdir. Bu duruma Mu’tasım döneminde Horasan civarında gerçekleşen Muhammed b. Kasım isyanı gösterilebilir. Yine bu süreç içerisinde Ehli Beyt kaynaklı isyan hareketlerinin bazısı intikam alma duygusu gerçekleştirilmiştir. Örnek olarak Musta’in Billâh devrinde patlak veren Yahya b. Ömer isyanında gerekçe olarak kendine yapılan baskı, zulüm neticesinde intikam almak için girişilen bir hareket olduğu görülür. Bazı isyanlar halkın Abbasî yönetimin bazı uygulamalarından rahatsız olduklarından dolayı gerçekleştirilmiştir. Örnek olarak Musta’in Billâh devrinde meydana gelen Hasan b. Zeyd isyanıdır. Deylem mıntıkasında halkın mera olarak kullandığı sınırın Abbasî komutanlarından İbn Tâhir’e verilmesine halk tepki göstermiş, Ehli Beyt neslinden Hasan b. Zeyd’e biat ederek isyan etmişlerdir. Abbâsî halifesi Me’mun’un kendisinden sonra Ali erRızâ’yı halife olarak belirleyip damat edinmesi, kızını Muhammed elCevâd’a vermesinde ince bir siyaset vardır. Belki de Abbasî Devleti devam ettikçe bu tür mücadeleelerin devam edeciğini bu yüzden AliFâtıma evladından birinin halife olması ile Ehli Beyt’in karizmatik şahsiyetinin halk üzerindeki daha tesirli olacağını düşünmüş olmalıdır. Me’mun ve Mutasım bazı Şiî söylemleri desteklemiş ve Ehli Beyt’e değer vermiştir. Me’mun’un Ehli Beyt’e olan sıcak tavrından dolayı kimileri ona karşı çıkmışsa da Me’mun’un bu konudaki gayreti göz ardı edilmemelidir. Ali b. Muhammed elHâdî, hayatının çoğunu Samarra’da gözaltında geçirmiştir. Bu dönem Şiîlere baskının arttığı dönemdir. Yine bu dönemde Şiîlerce kutsal sayılan mekânlar Mütevekkil tarafından tahrif edilerek ziyareti yasaklanmıştır. Bu uygulamalar büyük ölçüde imamla taraftarlarının irtibatını güçleştirmiştir. Abbasî halifelerinden Mu’tezz devri, Şiîler’e baskının arttığı ayrı bir dönemdir. Hayatının büyük bir kısmını Samarra’da göz hapsinde geçiren Hasan elAskerî’nin kapısının Şiîlere bile kapalı olduğu söylenebilir”.( Ehl-İ Beyt Adına Yürütülen Siyasî Hareketlerin Genel Karakteristiği Bağlamında Abbâsî Yönetiminde İmamların Varlık Mücadeleleri


Yakup Keskin*Sayfa 26-27)






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder